Friday, January 27, 2012

kaasschaaf

fransa'dayken hollandalı bir arkadaşım vardı, stroopwafel'ı ve hollanda peynirlerini onun vgdwsayesinde tanımıştım ilk kez. bu fghtqaikisine olan aşkım dayanılmaz boyutlara ulaştığından, evinden her dönüşünde kucak dolusu peynir ve vafıl getirir olmuştu.
kraliçenin doğumgünü için hollanda'ya gittiğimde, beni gerekli dükkanlara sokup gerekli alışverişleri yaptırdı. en sonunda da dedi ki: "madem hollanda peyniri seviyorsun, peyniri hollandalılar gibi yemelisin." 
ve bana bu zımbırtıdan aldırdı.
7 senedir kullanıyorum, peynir ve ötesini dilimledim, gıdım körelmedi, gıdım paslanmadı. hatta bu 7 sene içinde türkiye mağazalarına da uğradı kendisi. 
severek kullanıyorum. her eve lazım.  
peynir dilimleyici
sqerdaror

hık demiş

ellen barkin'i 90'lardaki filmlerinden bilirim, ilk olarak 1991 yapımı switch'de görmüştüm. aha şöyle bir kadındı o zamanlar:

ellen barkin
ivyann schwann'ın ise problem child (2) ve parenthood filmlerinden tanıyorum. o da böyle bişi:

ivyann schwann
uzun süre bunların ana-kız olduklarına inandım.
sanırım birbirlerini tanımıyorlar bile :(

Friday, January 13, 2012

japonca sayı saymaca

japonca derslerinde pek ilerleyememiş olsam da, japonca sayı saymaca olayını on dakikada falan çözmüş olmakla yetiniyorum bir süredir.
dokuz rakam ve on, yüz, bin, onbin kelimelerinden oluşan çok basit bir sayma sistemi var japonların. tek kısıtı alışılıgeldiğimiz binlik sistem yerine onbinlik sistem kullanıyor olmaları. bunun haricinde, 13 kanji ile 99,999,999'a (10^8-1) kadar sayabilmek japonca'da çok kolay!

rakamların kanji'leri ve okunuşları

bu listeye yüz milyonu da eklemişler ama kalsın, ben almayayım.
1-2-3'ü öğrenemeyene şaşarım zaten. 10 da çok kolay. diğerleri de kalan dokuz buçuk dakikada oturuyor zaten. 9 ile 10,000 azıcık benziyor bir de, ama azıcık.
bir süredir telefonumdaki obenkyo uygulaması ile kendimi sınıyorum. japonya'ya gidersem sayıları söylemek hususunda sorun yaşamayacağım kesin. sayı saymaksa ayrı bir problem... o kısmı çözmeye çalışıyorum hala.

kanji'lerle sayıları tanıyalım

   

Wednesday, January 11, 2012

aaargh!

duygu bircan'ın benim için yaptığı ipad kılıfı, yünlerinden yeniden doğdu. Z
enine çizgili kazağın kilolu gösterdiği bu mini camamar, lialusin'in ilk amigurumi'si.

aaaargh!
cdbvesgkkegjwgqqdvh. Hnhnjj

Tuesday, January 10, 2012

nasıl annelik edilmez? bölüm 2: uyku

hani demiştim ya, ben içgüdüsel anneyim diye... içgüdülerim beni nasıl yönlendir(eme)diğinden de bahsetmek istiyorum ki cık cık cık anneleri bana doğru cıkcıklarken savları temellendirilmiş olsun.
annelik birkaç ana başlık etrafında şekilleniyor aslında. uyku, beslenme ve eğitim olarak genelleyebilirim sanırım.

kız doğduğundan beri bizim en büyük derdimiz uyku oldu. bu çocuk uyumuyor. ilk doğduğu gün de uyumadı, bugün de uyumuyor. en azından bizim istediğimiz saatlerde ve uzunlukta.
oysa biz hariç herkes uyku alimiymiş meğersem. çeşit çeşit kitap ve teknik varmış, tracy hogg varmış, bir de ağlatmalı zırlatmalı olanı. bunları başka annelerden, kızım birbuçuk yaş civarındayken duydum. ha bir de indir kaldır diye bir yöntem varmış mesela. (şimdi gugıllayınca bunun tracy  hogg'un kaldır yatır yöntemi olduğunu öğrendim tabi, ama bana anlatılan ile benim kafama yerleşen imge her zaman örtüşmüyor.)

öte yandan; 13 günlükken bile 5 saat uyanık kalabilen yavrum için bizim uyguladığımız yöntem, gelişine vole.
uyumayan çocuğumu omzumda uyutarak başladık. sonra kucakta sallamalar. 5-6 aylık civarı kendi kendine uyutma denemeleri yaptım. sızlandıkça yanına gidiyor, "buradayım kızım" deyip rahatlatıyor, sonra tekrar çıkıyordum odadan. gayet de başarılı oldum. ahan da şu şekil:

yorgunluktan bayılmak

ama bir gün, lialusin ayağa kalktı. insanın iki ayak üzerine kalkması gibi bir dönüm noktasıydı lialusin için. yatay pozisyona geçmez oldu. o korkunç dönemde hiç uyumamış olabiliriz. o kadar travmatikti ki hatırlamıyorum.
sonra bir dönem (1 hafta kadar) kitap okumaya başladım. iki gün sense and sensibility ile uyudu. ondan sonra tamamen kitaba saldırmak, sayfaları çevirmek ve kavga dövüş uyuyakalmak şeklinde. o yüzden bu yöntemi de terk ettik.
yazın ne yapmıştık? sıcaktan mı bayıldık, n'oldu? hmm... neyse; sonbahardan beri yeni taktiğimiz, taktiksizlik. bizim yatağımızda dönüp dönüp uyuyakalabilir, salonda kucağımızda sızmışlığı var, favori mekanı olan kendi yatağında -ama mutlaka yanında biri olacak şekilde- uzanıp uyuduğu da oluyor. şimdilerde favorisi kudurarak  uyku saatini 23:00'e çekmek. biraz yoruluyor olabiliriz :/

babayla tepişip sızmaca

sonuç olarak, koca koca isimli kitaplardan çalkala patlat tekniğini kullanmıyor olsak da, günün sonunda uyuyan bir kızımız var. amaç da bu değil mi zaten?

o sahnede çalan...

bazı şarkılar benim için belli filmlerden belli sahneler demektir. hangi ortamda duyarsam duyayım, ilk ilintilendirdiğim hissi canlandırmayı becerir bir şekilde.
in the house in a heartbeat, 28 days later'ın tema müziği. filmle ilgili tüm video'larda ortaya çıkması haricinde, jim'in uyanıp bomboş londra sokaklarını dolaştığı sahnede arz-ı endam ediyor. yani uyandırdığı şaşkınlık, korku ve yalnızlık hissi cepte.


fakat nedense, beni bunca zamandır hala etkilemeyi başarabilen bu film ile değil de, başarısız bulmasam da her yerine bulaşmış amerikan etkisinden pek hazzetmediğim 28 weeks later'daki don'ın evden kaçış sahnesi ile yer etmiştir bende, bu şarkı.
bu sahnede bana yapışan his, çok büyük bir ihanet ve hayalkırıklığı.


kick ass'teki depo sahnesinde ilk hissettiğim şey büyük bir aldatılmışlık olunca, bu şiddet ve intikam hissi içeren sahnedeki hüzün nereden geliyor kick ass soundtrack'ini gugıllayıverdim.


ve aklımdan çıkmış gitmiş john murphy bestesi tekrar canlanıverdi.

Sunday, January 8, 2012

kedi keman ve arkadaşları

bu yaz bozcaada'ya doğru ailecek ilk tatilimize çıktık. kızım genel olarak araba yolculuğundan hoşlanır ama ben yine de, 5-6 saatlik bir yolculuğun etkilerini kestiremediğimden, müzikli ve düğmeli bir oyuncak ile önlemimi alayım dedim. masalcı tırtıl'dan tanıdığımız ablanın sesiyle şenlendirilmiş bu cd çalarda karar kıldım.
 
türkçe konuşan eğitici cd çalar
dönüş yolunda mızırdanmalar başlayınca kendisine sığınma zamanımızın geldiğini anladım. fakat o da ne? ne diyorsun kadın sen? kuzu, inek, köpek, fare ve maymunun beş farklı çılgın hikayesi, pek de anlamadığım cümlelerle icra ediliyor. biz, anne ve baba, iki masum genç, gişelerin trafiğinde takılmış masum yolcular ise, kızımın "ıııııh... ıııııııııııııııııııh!!!" ısrarları ile tekrar tekrar maruz kalıyoruz bu sonu gelmeyen melodik kıyamete.
tatil dönüşü bilgisayarı açar açmaz ilk yaptığım şey şarkıların sözlerini araştırmak oldu. telaffuz o kadar şahane ki! 
slingomom da bu oyuncağa takmış, hatta fisher-price ile görüşmüş bile. "çocukların yaratıcılıklarını körüklemek" olarak açıklamışlar sözleri. peh.
ve şimdi mikrofonu, bir bebek ürünleri sitesinden aldığım kullanıcı yorumlarına bırakıyorum:

şarkılar türkçe (ingilizce tekerlemelerden çeviri yapılarak türkçeleştirilmiş) ben de türküm ama bazı yerlerde ne dediğini anlamıyorum. lütfen sözleri anlayabilen birisi bana bildirsin. fisher price ın bi telefonunu da bulamadım arayıp sorayım.

Kesinlikle katılıyorum.. özellikle kuzu şarkısının kesinlikle anlayamıyorum.. çocuk büyüyünce ne diyo diye sorsa söyleyecek hiçbirşeyim yok  böyle oyuncak mı olur !?!?!

kuzunun şarkı sözleri şöyle: me me kara kuzu hiç yünün var mı evet evet var 3 çuval dolusu peki inek şarkısı? 

hey hey kedi keman ve inek atladılar ayın üzerinden,olaya köpekçik çok güldü ve kaşıkla tüm mamayı yedi:) şarkının adı kedi keman mış kutusunun üzerinde yazıyordu yoksa bende anlayamamıştım bu kedinin adını:)özellikle baktım yani

önce kedi kemal sonra kedi kemak sonra kedi camdan inek aydan mı derken kedi keman olduğunu öğrendim .. hiç anlaşılmıyor..Ama kedi, keman ve inek mi yoksa kedi keman ve inek mi? orası yine meçhul  kara kuzu hiç çanın var mı unun var mı derken o da yünmüş: )))

Oh be, nihayet çocuk büyümeden şarkı sözlerini öğrendim. Bizde Fisher Price´ın kaplumbağa ve tırtılı da var. Onların sözleri anlaşılıyor ama bu oyuncaktaki iki şarkı çok kötü... 

Geçen gün eşimle oturduk şarkıları anlamaya çalıştık tam 2 saat. Kedi şarkısını çözemedik bir türlü internetten arattık bugün bu sayfaya ulaştık. Yazılan yorumlara o kadar çok güldük ki... Oyuncak amacına ulaştı.. Çok eğlendirdi bizi halen gülüyoruz duruma... )))))

Hay Allah razı olsun, google sen nelere kadirsin. Fisher price´a ya da ithalatcisina onerim bir dahaki sefere kilavuza yazsinlar, ebeveynlere kurdesen dokturmesinler  Selamlar

tikitiki tiki tak...saate çıktı fare çalınca saat fırladı fare tikiti tikiti tak...
ağacın çevresini dolanarak gelincik yakaladı maymun..maymun bunu oyun sandı kaç gelincik kaç ...

Allah hepinizden razı olsun... Dün yemin ediyorum pili bitti oyuncağın kuzuyu çözmeye çalışırken. Ben sonunu evet evet para çuval dolusu olarak anlamıştım  




öğrenci türküsü

bu dönem endüstri mühendisliğinin en damar derslerinden OR'ın (operations research - yöneylem araştırması) asistanıyım. haliyle masamda ağlayanım eksik olmuyor.
ikinci vize öncesinde de masamda beni arayanların elleri boş durmadı elbet, post-it'i kalemi kapan içini döktü.

yöneylem arabesk

karşılaştırmalı holivut

sinemaya ilk ilgi duyduğum zamanlardan beri dikkatimi en çok çeken, holivut'un aynı filmleri çifter çifter vizyona sürmesi olmuştur. bu saçmalığın tepe noktası; aynı sene vizyona giren the thin red line ve saving private ryan akademi ödülleri için kapışırken, en iyi film oscar'ının gerzek shakespeare in love'a gitmesidir. 

iki elizabeth dönemine karşılık üç WWII dönemi
interneklerin tek akıllısı ben olmadığım için, bu konuya daha önce eğilen bir yazı buldum. adam benim aklımdakilerden çok daha fazlasını hatırlıyor, yorumlarda daha da fazlası var. başka biri de çok dertlenmiş, bize sormuş, iyi kötü cevap vermişler.
ben bu sorunun kaynağının, aynı fikri birden fazla yapımcıya sunan senaristler olduğunu düşünüyorum. hatta bu senaristler o kadar çoğaldı ki,  son zamanlarda çift baskı olayını beyaz ekranda da görmeye başladım. benzer diziler etrafta fink atar oldu. aklıma gelenleri karşılaştırmalı_holivut etiketimle ifşa etmeyi tasarlıyorum. holivut akıllı olsun!
kişisel mücadele yöntemim ise her ikiliden bir favori seçip diğerini yok saymak. hatta kopyacı yaftası yapıştırıp diş biliyorum. bu stratejim ile sorunu kökten çözme planlarım var. 

Saturday, January 7, 2012

mor adam

lialusin'in dişlemekten ve mıncırmaktan pek hoşlandığı oyuncak. bazılarına tanıdık gelecektir. kendisi tabu oyununun uyarı düdüğü.
ve ben bunu on sene önce hacıladım. evet hacıladım! bühühühü... 
zamanının eğlenceli mekanlarından, şimdi bizlere veda etmiş, istiklal'deki naregatsi cafe'nin tabu'sunun mor adamıydı bu. ben onu o kadar sevdim ki, evime götürmeye karar verdim. kendisi gelmemek için çok çırpındı aslında. masis ve ben cafe'yi tedirginlikle terk ederken; o çantamdan mor kolunu çıkartmış, "imdat" bikbiği eşliğinde yardım dileniyordu. fakat artık benimdi! 
şimdi ise kızımın mor adamı.  
naregatsi, hakkını helal et...

mor adam

kaynakça

çok ama çoook uzun zamandır ms word kullanmaktayım. son beş sene içinde ise, akademik gereksinimler yüzünden, word'ün iyice piri oldum diyebilirim. bazı nedenlerden dolayı mühendisin ve formatın dostu LaTeX kullanmam mümkün olmayınca, ben de hayatımı kolaylaştırması adına word'ün tüm imkanlarını sonuna kadar sömürdüm.
bu imkanların başında word references geliyor.
en az bir bitirme tezi yazma aşamasına gelmiş herkes bilir ki, akademik her belgenin içinde bir kaynakça bulunmalıdır. fakat bu kaynakça dediğin çeşit çeşit. harvard'ından tut ieee'sine kadar bin çeşit format mevcut. bunları her seferinde tek tek elle düzeltmektense, word references kullanmak akıllıca.
elbette ki internetlerde, reference management software adı altında bir çok alternatif söz konusu. benim en sık adını duyduklarım endnote ve citeulike. fakat "hazır yapılmışı var"ken mutluluğu uzaklarda aramadım açıkçası.
şimdi gelelim dersimize.
  1. öncelikle metin içinde herhangi bir yerde durup, öne sürdüğümüz şey kime aitse ona atıfımızı yapıyoruz. "bilmemkim (atıf) demiştir ki...", "şöyle böyledir (atıf).", "bir çalışmada ise (atıf) bişiler bişiler incelenir." şeklinde atıflar ve çok daha fazlası mümkün.


  2. atıf için references ribbon'ından insert citation'a tıkladık, add new source dedik (demeyebilir ve var olan listeden de seçebilirdik tabi) ve kaynağımızın tipini seçip dilediğimiz alanları doldurduk. yazar isimleri, çalışma başlığı, dergi/yayınevi adı, tarih, sayfa numaraları ve cilt sayısı önemlidir genelde. 


  3. metin içindeki tüm atıflar falan filan bitince de kaynakça'yı eklemek gerekiyor. aslında word'ün kendi formatı var ama mantıklı olan, insert bibliography deyip kullanılan formata uygun kaynakçayı eklemek.


  4. bir de format seçimi var tabi. word içinde hazır gelen seçenekler çok az. neyse ki tek akıllı biz değiliz ve şansımıza, diğer akıllılar çok paylaşımcı. bibword'den başka formatları da indirmek mümkün. nasıl yapılacağını da anlatmışlar. şahane (%100) çalışıyor.


  5. bu arkadaşların yeterli olmadığı noktada da artık herkes kendi bacağından asılıyor. tezimde, gsü'nün dayattığı ve kimselere benzemeyen şahane formatı kullanmak durumunda kaldığım için, o formata en yakın dosyayı eğip büküp istediğim hale getirdim. bunun için stil dosyasını not defterinde açıp içinde oynamalar yapmak yeterli. geriye yeni formatı farklı kaydedip, word'den seçmek kalıyor. 


kız bebek

dişilikten pek nasibini almamış bir kız bebek annesi olarak elbette ki "pembe ve süslü"nün pek fanı değilim. öyle "kız oyuncakları" pek yoktur lialusin'in.
ama büyükannelerin komplolarının sonu yok! aynı hafta içinde babaannesi ona ağlayıp horlayan bir oyuncak bebek armağan etti, bundan hiç haberi olmayan annem ise iki gün sonra oyuncak bebek arabası ile çıkageldi.
ikisi birleşip kız kodlamasını oluşturuyorlar şimdi, ben de sinir oluyorum.
ama lulu bayılıyor! bebeği ağlatıp emziğini vermiyor, bebek arabasının da kumaşını söküp "büüüv büüüüv" diye evde ralli yapıyor. o kadar da "kız bebek" değil sanırım :)

nefret ><

Friday, January 6, 2012

oysa bazı anneler...

bütün bebekler aynı olmadığı gibi, bütün anneler de aynı fırsatlara sahip değil annelik macerasında.
uyuyan bebelere sahip maharetli ev anneleri ile gece uykusundan yemek yemesine her anı problem bebeklerin az yoğun tempoda çalışan annelerin koşulları denk değil.
öte yandan bir de, sıklıkla unutsam da zaman zaman gözüme sokulan engelli yavruların anneleri var; biz onların yaptığını "özveri" olarak adlandırırken, aslında tek yaptıkları "annelik" olan.

ava ve annesinin yemek masasındaki sohbeti 
   

dokunmatik bebe

her nesil, ebeveynlerinin döneminde olmayan bir yeni dünya düzenine doğuyor ya hani; bizim bebelerimiz de akıllı telefonların ve dokunmaktik ekranların çocukları.

teknolocik lulu
izlediği video'yu tekrar seyretmek istediğinde -imleci doğru yere getirip bıraktığım takdirde- sol tıklamayı, telefonumdaki fotoğraf galerisinde gezinmeyi, oradaki kayıtları oynatmayı, ipad'de filin banyosu ile oynamayı ve kedi pianosu çalmayı öğrendi bile. hatta dokunmatik ekrana o kadar alıştı ki, laptop'ın ekranını da parmaklayarak sayfa çevirmeye çalışıyor.
şimdilerde de telefondan fotoğraf makinesini açmayı ve kendi kendini fotoğraflamayı öğrendi.

lulu, s2 ile kendi portresi
yeni teknolojiyi kabullenme hızı karşısında hayretler içinde kalıyorum. 56k modeminin sesi hala kulaklarında çınlayan bir insan olarak, internet teknolojisinin gelişimine an be an tanık oldum ve olmaya devam ediyorum. biz sadece seyircileriyiz.
yeni çağın gerçek sahipleri şimdi geldi. ve biz onların büyümelerini bekliyoruz.


Thursday, January 5, 2012

masamda notlar

sabah okula gelir gelmez masamda öğrencilerden notlar bulmak, açık ofisin tek keyifli tarafı sanırım. 
bu yenilerden, :) ve :( birlikteliğini çok seviyorum 

nasıl annelik edilmez? bölüm 1: içgüdüsel annelik

yeni binyıl annesi olup da hala sıradan kalabilmek pek mümkün değil. yeni binyılda anneler her şeyi biliyor. tonlarca forum, blog ve web sitesi sayesinde bütün anneler -gebelikten ilkokula- bebelerinin başına gelmiş ve gelebilecek her türlü derdine karşı donanımlı ve mücadeleye hazırlar. en iyi beslenme planı onlarda, günlük kalori hesaplarını ve besin dengelerini yaptılar bile. en iyi çocuk arabası ve bebe koltuğunu onlar aldı, hangi ünlü hangisini kullanıyor ve güvenlik testlerindeki başarı oranı nedir, çok iyi biliyorlar. uyku düzeni mi? bilmemkim efendi tekniği ile uykular sorunsuz. kilosu normal, boyu normal. çocuklar mik-kem-mel, anneler mik-kem-mel.

ben onlardan değilim.
ben internet öncesi çağın, hatta belki matbaa öncesi çağın annesiyim. gebeliğimin ilk üç ayı hariç forumlarda gezmedim, kitap okumadım, "bebek nasıl bakılır, çocuk nasıl yetiştirilir?" temalı hiçbir yazılı neşriyata bulaşmadım. paranoyaya meyilli bünyemi dış mihraklardan korudum.

kendimi "içgüdüsel anne" olarak tanımlıyorum ben. içimdeki ses beni nasıl yönlendiriyorsa öyle... elbette ki bir sürü hatam oldu. üstelik de o sesi dinlemediğimden oldu hep. ama basın-yayın annelerden daha az veya daha fazla hatam olduğunu düşünmüyorum. oysa onlar sürekli kınadılar beni, hala da kınıyorlar. "bilimsel olarak kanıtlanmış yöntemler"le geldiler bana. mesleğimi aleyhime delil olarak kullanarak nasıl bu kadar cahil kalabildiğimi sorguladılar. oysa aynı rahmi paylaşmış iki birey bile birbirine benzemezken, tüm bebeklere uygun tek beden bir çocuk yetiştirme yönteminin genelgeçerliğine neden inanayım ki ben?

benim kızım tek ve biricik. kendine özgü huyları, alışkanlıkları, düzeni, istekleri ve şerhleri var. ve ben bu koşulların annesiyim. kızım ve ben, ilk dakikadan itibaren birbirimizi tanımaya çalışarak ilerledik bu yolda. ben onu, o beni hepinizden iyi tanıyoruz.

bu nedenle lütfen artık susun ve bu ana-kızı rahat bırakın. biz birbirimize yetiyoruz.

top!

top!
çok saçma değil mi? top. ama lulu bu topun hastası. eru'sunun gazıyla ikea'dan almıştım. iyi ki de almışım. atma-tutma-tekmeleme gibi bir çok bebe faaliyetini başarıyla -ve çığlıklar eşliğinde- gerçekleştiriyor. seviyoruz ♥

masalcı tırtıl


en emektar oyuncağımızla başlayayım dedim: masalcı tırtıl.
arkadaşım müjde, yeğeni doğa’nın oyuncağından şarkılar söyleyerek tanıştırdı bizi kendisiyle.  ben de görür görmez atladım üzerine, lulu beş aylık civarındaydı.
üç sayfada ikişer şarkıdan, altı tane şarkı var içinde. bizim favorimiz “kırmızı balık gölde”. elbette tüm şarkıların “lulu’lu alternatif güfteler”i mevcut.
kızım bu oyuncağını konuşma denemeleri yapmak için kullanıyor şu sıralar: arı, balık, miyav gibi kelimeleri tekrar ederek kendini geliştiriyor.
sanırım geçtiğimiz iki senede en doğru oyuncak yatırımımız bu oldu. 

Wednesday, January 4, 2012

lialusin'in oyuncakları

her akşam lialusin yattıktan sonra etrafı toparlarken, çok fazla oyuncağı olduğunu ve bunun pek de doğru olmadığını düşünüyorum. yine de birikmeye devam ediyorlar.
aralarında başkalarından yadigarlar, akıllıca tasarlananlar, dişlemekten usanmadıkları, oynamaktan bıkmadıkları, vesaire...
madem birikmeye devam edecekler, ben de arşivleyeyim bari dedim. aha şurada: http://lulununoyuncaklari.tumblr.com/

ekleme: şimdilik tumblr ve blogger'ı senkronize edemediğimden aynı içeriği her iki mecrada ayrı ayrı oluşturacağım. aynı zamanda sağdaki gadget ile tumblr bağlantısını ekledim. senkronizasyon arayışlarım sürüyor.

Monday, January 2, 2012

2012 kararları

bunlar da yenileri...

2012 kararları
kilo hedefini düşürdüm, babaannemle ilgili çıtayı yükselttim, japonca ve mutfak hobilerini ekledim. akademik hedefli bir liste oldu bu sefer...
ikinciyi de tutturdum gibi sanki :)