Thursday, December 29, 2011

git ve lütfen geri gelme 2011...

hayatımın en sıkıntılı yılı idi 2011. ama sene başlarken şöyle demiştim: "sadece bir sene. tüm bunlara bir sene katlanabilirim. sadece bir sene."
karar listemin tepesinde şu yazıyor: "2011: sıkıcı şeylerden kurtulma yılı"
bakalım ne kadarını başarabilmişim...

2011 kararları
+ lialusin için elimden gelenin fazlasını yapamadım. elimden de bir şey gelemedi zaten. bu senenin en büyük başarısızlığı bu oldu.
+ doktorayı bitirdim! (heleloy!)
+ sene içinde 62 kiloya kadar indim (başarı) ama seneyi 63 ile kapattım (eh...). 60 ise şimdilik hayal.
+ her fırsatta spor yaptım, hatta öylesine koştum ki eliptik bisikletimi kırdım da yenisini verdiler :)
+ spora fırsat yarattım. adadayken adayı turladım, olmadı mekik çektim falan. aferin bana.
+ öğretim görevlisi kadrosu beklemekteyim hala :/
+ kocama yılbaşı hediyesi olarak güzel ayakkabılar aldırttım! bu da tamam. ama hala topuklu üzerinde uzun süre durma becerisine sahip değilim...
+ bütçe yapmadım ama alışverişe de pek zamanım olmadı zaten. mac'e de bu sene sadece bir kere gidebildim zaten :(
+ nette harcadığım zaman katlanarak çoğaldı. yine başarısızlık!
+ babaannemi değil haftada, ayda bir kez bile arayamadığım zamanlar oldu :(
+ sağlıklı beslenme: tamamdır!
+ saçlarımı bu sene iki kere boyatabildim sanırım :/
+ evi düzenlemeye vaktim olmadı!
+ doktor kontrollerimi aksattım.
+ tatil yapamadım.
+ haksızlıklara sessiz kaldım.
+ gardrobumu iyice dağıttım ama zayıflayınca azıcık güzelleşti :)
+ alışveriş yaparken yine ucuzdan şaşmadım. tüh :)
+ tembellik etmedim ama sadece iş hususunda... diğer alanlarda hep her şeye üşendim :(
+ kızıma vakit bile ayıramadım. böhü :*(
sonuç olarak bu bir sene içinde kızımı büyüttüm, 18 kilo verdim, düzenli spor yapma alışkanlığı edindim, doktora tezimi verdim, şu anda da öğretim görevlisi kadrosu beklemekteyim. 2011 başlarken yazdığım kararlarımın en zorlarını başardım yani (her hafta babaannemi aramadım gerçi, bu da benim hayırsızlığım).
terk ettiğimiz seneden tiksinmiş olsam da, 2012'de toplamayı umduğum mahsulün tohumlarını yeşertme bakımından verimli bir yıldı 2011.
kendisine çok teşekkür ediyor ama elveda ile yolculuyorum.
şimdi 2012'yi beklemekteyim. yamacıma gelsin de tüylerini yolayım.

teze sarılmış taze granola


israftan hiç hazzetmem ama içimi en çok acıtan da kağıt israfıdır. zaten koskoca istanbul'da iki tek ağacımız kalmışken, bir balta da ben vuruyormuşum gibi hissettiriyor kağıtları çöpe atmak. ben de biriktiriyorum tek yüzü kullanılmış kağıtları. müsvedde oluyor, kızıma boyama kağıdı oluyor, kurulama bezi oluyor. sonra da geri dönüşüme doğru yola çıktığını umduğum kağıt çöpüne.
bu sefer de tezimin format kontrolünden sınıfta kalan versiyonu, 31 aralık günü post-doc için bir seneliğine hong kong'a doğru yola çıkacak olan arkadaşım hakan'a yolluk olarak hazırladığım granola'lara yuva oldu. 

fındıklı, yer fıstıklı ve antep fıstıklı tadımca'lar
hakan'la çay molalarımızda en sevdiğimiz şey, tadım'ın tadımca'larını lüpletmek idi. cenk'in likapalı granola bar tarifini görünce, "neden bizim de kendi tadımca'mız olmasın?" dedim ve diğer granola tarifi ile harmanlayıp bir deneme sürüşü yaptım. yer fıstıklı-bademli ilk versiyon biraz nemli ve fazlaca ağır oldu ama yine de yolluk olarak onayı aldı.
ben de daha az ıslak malzeme kullanarak ve susamı arttırarak, fındıklı bademli ikinci versiyonu yaptım. fakat neredeyse 24 saati yollarda geçirecek arkadaşıma, yolluklarını plastik kutuda teslim etmek saçma olacaktı. cenk gibi şahane paketlerim de olmadığından, evdeki tez artıklarım ve zımbam ile mini zarflar yapmaya karar verdim.  

Likapa Granola Blueberry Bar Kurabiye 2
cenk'in granola bar'ı ve sevimli paketleri
sonuç olarak, görsel açıdan pek başarılı olmasa da paketlerim hong kong'a doğru yola çıkmaya, ben de artanları tırtıklamaya hazırım!

iyi yolculuklar!

Tuesday, December 27, 2011

maydanoz kesme tahtası

işlevselliğe çok önem veren biri olarak tek işlevli ürünlerden özellikle kaçınırım.
öte yandan, maydanoz ve dereotu doğramaktan nefret eden biri olarak şu aletin hastasıyım.

ikea kommers
link'ini bulamadığıma göre üretimden kalkmıştır diye düşünüyorum (muadilleri illa ki vardır). benim gibi maydanozu-dereotunu keseceğim diye elini parçalayan, yaprakları mutfağın dört bir yanına saçan, mücadelenin sonunda yine de doğranamamış koskoca yapraklarla kalakalan beceriksizler için birebir.
hastası olduğum şeyler serisinin ilki.  

koşarken...

spor yaparken her zaman dizi izleme imkanım olmuyor. kızımın hükümdarlığında baby tv hanenin resmi kanalı olduğu için bana da kulaklıkları takmak düşüyor.
o zamanlar için hazırladığım cross-trainer isimli bir playlist'im var, j-rock ve özellikle luna sea ağırlıklı. gaz vermeye ve olduğum yerden dağları tepeleri aşmaya birebir.

Rosier by Luna Sea on Grooveshark
SCARS by X JAPAN on Grooveshark
The Trooper by Iron Maiden on Grooveshark
Raison d'Etre by Nightmare on Grooveshark
Yoluna Baş Koy by Pilli Bebek on Grooveshark

claymore - クレイモア

bugün claymore'u bitirdim.
spor yaparken bakarım diye başlayıp, sırf izlemeye daldığım için kaç km koştuğumu unuttuğum şahane bir anime.

namını çok duyduğum ama asla "bu da neymiş?" diye araştırmadığım bir seriydi. iyi ki de araştırmamışım. sıfır spoiler ile başladığım için, her bölümde şaşkınlığım ve hayranlığım artarak izledim.
26 bölümlük serinin 25.bölümünde tavan yapan heyecandan sonra son bölüm pek yavan geldi açıkçası. yine de manga'nın sadece 11 bölümünden dizileştirildiğini düşününce ucu açık kalması pek mantıklı.


claymore, bu ablanın hikayesi
ama bu dizide en bayıldığım şey, ne her bölümün en az 7 dakikasını kaplayan dövüş sahneleri, ne koskoca kılıçları ile chiburi yapan hatunlar, ne de ortamın kasveti.
claymore'un en sevdiğim kısmı jeneriği. nightmare'in muhteşem "raison d'être"inin üzerine inşa edilen açılış aslında tüm dizinin özeti. her bölümde, jenerikten bir kısım daha açığa kavuşuyor. dizi biterken ise tüm jenerik, olan biteni özet geçiyor.

hastası olduğum açılış, raison d'être eşliğinde 

özellikle içimi acıtan kısım ise teresa ile clare'in iç içe geçtikten sonra heykele dönüşüvermesi...

teresa&clare
karanlık, kan, revan, şiddet ve benim gibi sulugözlere her bölüm gözyaşı için izlenesi.

Sunday, December 25, 2011

ichi ni san shi...

ergenliğimden beri japonya'ya, japonca'ya ilgim vardı. ama uzaktan uzaktan... japon turistlerle iş yapan bir şirkette çalışan annemi her ziyaret edişimde yeterli dozda japona, japonca'ya ve japon kültürüne maruz kalıyordum. ardından bunlara japon mutfağı da eklendi. anime falan desen zaten eşyanın doğası gereği mevcut.
peki ben neden 15 sene kadar öteledim bu japonca işini? hiç işte, tembellikten.   

human japanese
akıllı telefon teknolojisinin hayatıma girmesiyle değiştir her şey. telefonuma human japanese indirdim ve kendi kendime japonca derslerime başlamış oldum böylece. 
24 saatin yetmediği bir dönemde, gündüz ve akşamki vapur yolculuklarında sadece 20 dakika ayırarak, bir haftada hiragana ve katakana'yı çözdüm öncelikle. ha ne işime yaradı? hiç. çünkü japonca'yı okuyabilmek için kanji'leri de okuyabilmek gerekiyor. gündelik yaşam için bilinmesi gereken kanji sayısı 2136. ben ise şimdilik sadece sayıları okuyacak kadar biliyorum, bu da 13 kanji'ye denk geliyor. yolum çok uzun! 
yine de bu yaştan sonra yeni bir şeyler öğrenebilmiş olmak çok büyük moral oldu, o kesin.

hiragana ve katakana
human japanese'i bitirdim, temelleri öğrendim. şimdi daha ileri seviye kitap arayışındayım. kanji bilmemek çok dert değil açıkçası, çünkü japonca heceleri latin karakterlerle yazdıkları romaji sistemi sayesinde okumak kolay. sorun, okuduğumuzu anlamakta.
yavaş yavaş... adım adım... öğreneceğim mutlaka!

Saturday, December 24, 2011

kurdele

yılbaşı. hediye baskısının doğumgünleri gibi teker teker değil, cümleten üzerime çullandığı kırmızı kurdelalı dönem.

hediye mefhumuyla sorunlu bir ilişkim var (kiminle sorunsuz bir ilişkim var ki zaten). hediye, "üstümden sorumluluk atayım" kafasıyla değil de "karşımdakini nasıl mutlu ederim" kafasıyla arandığında anlamlı benim için. paketi açtığımda içinden ilk süzülen şey uyumsuzluk olduğunda içimde bir canavar dürtüklemeye başlıyor. "al al al al kafasına at."

sanırım şimdiye kadar vermekten en büyük keyfi aldığım hediye; ilk gençliğim zamanında, babamın bozuk pikabı için selanik han'ı arşınlayıp bulduğum ve mini birikimimi yatırdığım pikap iğnesidir. google'lamak o zamanın teknolojisine dahil olmadığı için iğnenin peşinde bayağı bir zaman harcamıştım. sonrasında babam pikabını pek sallamadı ama benim tarihçeme "en güzel hediyem" olarak yazıldı.

http://www.stereomecmuasi.com
aldığım en güzel hediye neydi bilmiyorum. tek başıma yabancı bir şehire gitmeden önce yarenlik edecek bir müzikçalar sanırım listebaşıdır. daha da onlarcası vardır elbet ama insanoğlunun nisyan ile malul doğası gereği, güzel şeyler daha derinlere yerleşiyor.
yüzeyde kalan ise, canavarımın hırladıkları. iğreti bir hediye kadar insanı değersiz hissettiren bir lütuf yoktur bence.

4.nesil ipod, 20gb. 2004.
velhasıl, beş sene sonra özgürlüğüme kavuştuğum bu ilk yılbaşında, yetmişsekiz çeşit insana uygun hediye almaya nihayet fırsat bulabilmenin coşkusu içimde, baskısı ise üzerimde. hediye ah'larının hayaletleri intikam peşinde sanırım :/

Wednesday, November 23, 2011

yeni hayat

kafamda, 5 senedir ara verdiğim hayatıma yeniden başlamak var.
bu uzun aradan; bir doktor ünvanı, 5 seneyi devirmiş bir evlilik ve bir buçuk yaşında bir kız çocuğu ile çıkıyorum. "kaldığım yerden devam etmek" için ilginç bir yerindeyim hayatın. ama sürekli erteleye erteleye yaşadığım 5 sene nihayet bitti. artık yeniden başlayabilirim.
kafamda pek çok şey...
yavru ile ana-kız faaliyetleri yapılacak,
japonca öğrenilecek,
mutfakta daha çok zaman geçirilecek,
5 senedir ötelenen filmler izlenecek, kitaplar okunacak,
örgü örülecek,
"sonra hallederim" denip de küçük evin muhtelif deliklerine tıkılan türlü çeşit ıvır zıvır tasnif edilip ayıklanacak,
ve blog tutulacak.
e bir yerinden tuttum işte şimdi. heves edip edip de vakit bulamadığım her bir şeyler var kafamda...
hadi başlayayım artık. zaten çok geç kaldım!